Müşterilerin %91'i Online Reklamlardan Şikayetçi
Capterra adlı çevrimiçi pazar sağlayıcısı tarafından yapılan bir ankete göre, çevrimiçi alışveriş yapanların şaşırtıcı bir şekilde %91’i sosyal medya platformlarındaki reklamların miktarından bunalmış durumda. İngiltere'den 499 düzenli çevrimiçi alışveriş yapan kişilerin katıldığı bu araştırma, sosyal medya reklamcılığının ne kadar yaygın hale geldiğini ve tüketicilerin giderek bu durumdan nasıl bıktığını ortaya koyuyor.
Reklam bombardımanıyla karşı karşıya kalan birçok kullanıcı harekete geçiyor. Ankete katılanların üçte birinden fazlası (%37), belirli reklamlara engel koyduklarını belirtirken, %35’i geçtiğimiz yıl içinde takip ettikleri bazı markalardan vazgeçecek kadar ileri gitmiş durumda. Bu aşırı maruz kalma hali, tüketicilerin tekrar tekrar önlerine çıkan reklamlara karşı ilgisiz ve hatta rahatsız olmalarına neden olan bir olgu olan "reklam yorgunluğuna" yol açıyor. Sonuç olarak, tüketicilerin markalarla etkileşim oranı düşüyor ve aşırı reklam veren markalara karşı olumsuz bir algı gelişiyor. Bulgular, markaların stratejilerini gözden geçirmesi ve müşterileri uzaklaştırmadan reklamların sıklığını ve alaka düzeyini dikkatlice dengelemeleri gerektiğini gösteriyor.
Perakende ve teknoloji arasındaki kesişim hakkında son üç yıldır araştırmalar yapan Capterra UK analisti Eduardo Garcia Rodriguez, bulgularla ilgili şu yorumu yaptı: "Sonuçlarımız, tüketicilerin sosyal medyadaki reklamların yoğunluğundan negatif yönde etkilendiğini gösteriyor. Ancak bu, işletmelerin sosyal medyadaki varlıklarını tamamen sonlandırmaları gerektiği anlamına gelmiyor. Araştırmamızda katılımcıların %57’si, bir reklam gördükten sonra bir ürün hakkında bilgi aradığını ve %29’u geçtiğimiz yıl sosyal medya reklamları aracılığıyla bir ya da daha fazla ürün satın aldığını belirtti. Bu da doğru yapıldığında sosyal medya pazarlamasının hâlâ etkili bir araç olduğunu gösteriyor. Markalar, reklamların doğru zamanda doğru hedef kitleye ulaşmasını sağlamak için dikkatli hedeflemeye odaklanmalı ve kullanıcıları bunaltmamak için içeriklerini kişiselleştirmelidir.”
Aşırı reklamcılığa karşı yaygın tepkiye rağmen, markaların sosyal medya üzerinden kitleleriyle etkileşime geçmesi için hâlâ fırsatlar var. Çevrimiçi alışveriş yapanların %33’ü, sosyal medyada markalarla etkileşim kurmak istemediklerini ifade ederken, neredeyse yarısı (%48) eğer karşılığında indirim ya da promosyon teklif edilirse markalarla etkileşime açık olacaklarını söyledi. Ayrıca, katılımcıların %45’i, kendi ilgi alanlarına uygun ürünler için reklam almaktan memnun olacaklarını belirtti. Bu da, tüketicilerin etkileşimde seçici olsalar bile, ilgilerini çeken ve değer katan içeriklere hâlâ açık olduklarını gösteriyor.
Markaların değişen tüketici tercihlerine etkili bir şekilde uyum sağlayabilmeleri için sosyal medya pazarlama platformları, izleme ve analiz araçları gibi teknolojiler hayati önem taşıyor. Bu teknolojiler, işletmelerin müşteri duyarlılığını takip etmelerine, ortaya çıkan eğilimleri belirlemelerine ve stratejilerini hedef kitlenin ihtiyaçlarına göre uyarlamalarına yardımcı olur. Tüketicilerinin neye tepki verdiğini anlayan markalar, reklamlarını daha ilgi çekici ve daha az rahatsız edici hale getirebilir.
Ancak, tüketicilerin ürün keşfi ve tavsiyeleri için "dark social" denilen izlenemeyen özel platformlara yönelme eğiliminde olduğunu gösteren bir trend söz konusu. Bu, markaların etkileşimleri takip etmesinin zorlaştığı bir alan. Örneğin, katılımcıların %24’ü ürün tavsiyelerini sosyal medyada yaptıklarını söylerken, çok daha büyük bir çoğunluk (%76), tavsiyelerini daha kişisel yollarla paylaşıyor: %76 yüz yüze ya da telefonla, %49 özel mesajlar ya da grup sohbetleri aracılığıyla ve %12 e-posta yoluyla. Bu özel iletişim kanallarına doğru kayma yaşanması, tüketici davranışını izlemeye çalışan işletmeler için bir zorluk oluşturuyor.
Yine de, bu izlenemeyen kanallarda içeriği daha paylaşılabilir hale getirmek için markaların kullanabileceği çözümler var. Örneğin, URL kısaltıcılar ve UTM izleme gibi araçlar, e-posta ve mesajlaşma uygulamaları gibi platformlar üzerinden paylaşılan içeriğin ölçülmesine yardımcı olabilir. İçerikte kolay tıklanabilir harekete geçirici mesaj (CTA) butonlarının bulunması, kullanıcıların bilgiyi daha geniş kitlelere paylaşmasını teşvik ederken, daha özel etkileşim tercihlerini de göz önünde bulundurur.
Zorluklar bununla da sınırlı değil. Çevrimiçi alışveriş yapan kişiler arasında giderek artan gizlilik endişeleri, markalarla etkileşimlerinde daha fazla koruyucu adımlar atmalarına yol açıyor. Tüketicilerin çoğu, çerezleri reddetme ya da temizleme (%51), misafir olarak ödeme yapma (%46) ve dijital cüzdanlar kullanma (%42) gibi yöntemlerle kişisel bilgilerini koruma altına alıyor. Bu adımlar, tüketiciler için gizlilik açısından faydalı olsa da, markaların müşteri verileri ve içgörülerine ulaşmasını zorlaştırıyor.
Bu durumu aşmak için işletmeler, hedef kitleleriyle güven inşa etmek adına proaktif adımlar atmalıdır. Eduardo, bu konuda şunları ekledi: “Eğer alışveriş yapan kişiler gizliliklerinden endişe ediyorlarsa, işletmeler verilerinin nasıl kullanıldığı konusunda şeffaf olmanın yollarını aramalıdır. Gizlilik politikalarının açık bir şekilde iletilmesi, tüketicilere güven verebilir ve bu da kişisel bilgilerini paylaşmaya daha istekli olmalarını sağlayabilir.”
Sonuç olarak, reklam yorgunluğunun ve gizlilik önlemlerinin artışı, tüketicilerin sosyal medyada markalarla etkileşime geçme biçimini değiştirmeye devam ediyor. Bu değişen ortamda başarılı olmak isteyen işletmeler, doğru hedeflenmiş, ilgili içerikler oluştururken, gizlilik ve kişiselleştirme tercihlerine saygı göstermeye odaklanmalıdır. Gelişmiş pazarlama araçlarından yararlanarak ve şeffaflık yoluyla güven inşa ederek, markalar sosyal medya reklamcılığının rekabetçi dünyasında büyümeye devam edebilir.